Menu
Asya / Türkiye

Bir İstanbul Turu Uçak Kaçırmaya Değer Mi?

Bu, İstanbul’daki uçağımı nasıl kaçırdığımın hikayesi. Aslında sadece zamanımdan yararlanmak ve şehri keşfetmek istemiştim. Kadıköy sokaklarında dolaşıp ve Ayasofya Camii’nde uyumanın neden uçağı kaçırmaya değdiğini sizlere açıklayayım:

Afrika’dan Dönüş

Önce nasıl İstanbul’a düştüğümü açıklayayım. Mısır’daki inanılmaz bir aylık maceradan yeni dönmüştüm. Piramitleri ve İskenderiye’nin güzelliğini gördükten sonra Almanya’ya (yaşadığım yere) dönmeyi planlıyordum. Uçuşum (neyse ki) iptal edildi ve kendimi Afrika’nın en büyük ülkelerinden birinde dönüş bileti olmadan buldum. İlk düşüncem, Mısır’ın insanlarından ve kültürünü sevdiğim için kalışımı uzatmaktı. Sonunda buna karşı karar verdim çünkü hem enerjim hem de param tükenmişti ve İstanbul’da 11 saatlik bir ara ile memleketim Sivas’a uçak bileti aldım.

Gece 3’te uçağa bindim, cebimde Mısır damgalı pasaportum

İstanbul’a Giriş

Hurghada’dan İstanbul’a dört saatlik bir yolculuktan sonra kendi ülkeme döndüğüm için rahatladım. Sabah 6’da vardım ve sadece 3 saat uyumuştum. Seyahatimin ikinci parçası saat 19.30 civarındaydı, bu yüzden 11 saat havaalanında oturmak yerine, fırsattan yararlanıp İstanbul’u gezmeye karar verdim. Bu planlanmamış bir yolculuk olduğu için, yanımda Türk kimliğim veya sim kartım yoktu, ancak bunların küçük rahatsızlıklar olduğunu düşündüm (değildi). Polis memurunun kimliğimi her zaman taşıma tavsiyesine rağmen Alman pasaportumla sınır kontrolünden geçebildim. Çantamı havaalanı depozitosunda bıraktım ve Kadıköy‘e giden bir otobüse bindim.

Soğuk Havalar

Kadıköy’e tek yön otobüs bileti aldım ve sonra iki şey fark ettim. Öncellikle, kendi ülkeme geri döndüm. Herkes Türkçe konuşuyordu ve söyledikleri her şeyi anladım, muazzam bir olay. Mısır’da bir ay İngilizce ve bazı temel Arapçalar kelimeler ile geçinmeye çalışmak beni travmatize etmişti. İkinci fark ettiğim şey, iklimin geldiğim yerden çok farklı olduğuydu. Mısır’dan ayrıldıktan sonra Nisan ayının başında İstanbul’a geldim. Son bir aydır, sadece düz bir gömlekle dolaşıyordum ve soğuk hava olasılığını bile düşünmemiştim.

Bu kesinlikle büyük bir hataydı. İstanbul’da saat 7’de hava aşırı derecede soğukmuş. Otobüste yaklaşık 20 dakika geçirdikten sonra, herkesin bana baktığını fark ettim çünkü doğru düzgün bir ceketi olmayan tek kişi bendim. Sırt çantamda ince bir ceket vardı, ancak daha önce de belirttiğim gibi, kötü hava fikri aklıma bile gelmedi. Daha kötüsü olamaz diye düşünürken, yağmur yağmaya başladı. Belki otobüste donuyordum ama yine de o an metropolün yağmurlu manzarasına hayran kaldım.

Neyse ki Kadıköy’e vardığımda yağmur durmuştu ve sonunda Boğaz’daydım. İstanbul’a ilk seyahatim değildi ama her döndüğümde şehrin farklı bir ruhu var. Kadıköy’deki sabahın huzuru ve sessizliği tam da ihtiyacım olan şeydi. Kahire’nin kargaşasını ve telaşını hatırlamak, mevcut durumuma çok daha fazla şükretmemi sağladı (hala donuyor olmama rağmen). Simit satan yaşlı bir adam görünce gülümsemeden edemedim. Kısa bir süreliğine huzur içindeydim, sonra bir süredir bir şey yemediğimi hatırladığıma kadar. Güzel bir kahvaltı yemek için Kadıköy sokaklarına çıktım. Sabahın erken saatleriydi, bu yüzden çok fazla seçeneğim yoktu. Biraz mekan aradıktan sonra, büyüleyici bir menemen restoranına rastladım.

Sonunda Türk Kahvaltısı

İlk başta boş görünen restorana girdim, ancak Selamun Aleyküm dedikten sonra hemen arkadan selamıma yanıt geldi. Bir baba ve oğul (sanırım) arkada çalışıyorlardı ve mekanı yeni açmışlardı. O gün, ilk müşterileri benmişim gibi görünüyordu. Kısaca menüye baktım henüz istediğim kaşarlı menemen olduğunu çoktan biliyordum. Çocuk bana karşı çok kibardı ve çay yeni demlenmişti, yani şanslıydım. Etrafı tararken, her yerde küçük notlar gördüm. Kadıköy’ün en ünlü kahvaltı mekanlarından birinde oturduğum ortaya çıktı ve bu notlar müşterilerden gelen nazik yorumlardı. Yemek harikaydı ve gerçekten evde yiyormuşum gibi hissettim. Bir gün yolunuz Kadıköy’e düşerse, bu mekana uğramayı size şiddetle tavsiye ederim:

Meşhur Menemenci Cemal Polat: https://goo.gl/maps/RZYeFq5qR7oHfGXV8

Kesinlikle onaylıyorum

Berber Sohbetleri

Kahvaltı bana fazlasıyla enerji vermişti, ki buna gerçekten ihtiyacım vardı çünkü dışarısı hala çok soğuktu. Kadıköy sokaklarında dolaşıyordum ve mağazaların çoğu hala kapalıydı. Sonra açık bir berber dükkanı buldum ve neredeyse bir ay saçım uzamıştı, yani sonunda saçımı kestirmenin vakti gelmişti.

İçeri girdim ve berber tarafından karşılandım, çok tatlı bir yaşlı adamdı. İlk başta bazı iletişim sorunları yaşadık çünkü hala Türkçe konuşmaya alışmamıştım. Aksanımdan dolayı Türkmenistanlı olup olmadığımı bile sordu. Aslen Almanya’lı olduğumu söylediğimde durumu anladı. Sonra siyasetten güncel olaylara kadar her şeyi konuştuk, tıpkı her berber muhabbetinde olduğu gibi. COVID-19 krizi hakkındaki düşüncelerini paylaştı ve tüm bunların belirli ülkeler tarafından dünya nüfusunu azaltmaya yönelik bir plan olduğunu iddia etti. Orasını bilmem de, saçı güzel kesti:

Keşke arkadaki adam ceketini bana verseydi

Karşıya Geçiş

Tıraşımı olmuştum ve artık aç bile değildim. Geriye kalan tek sorun ceketimin olmadığıydı. Şehirdeki çoğu işletmenin saat 10 civarında açıldığını öğrendim, bu yüzden alışverişe gitmeden önce hala biraz zamanım vardı. Kadıköy’den kaçma vakti olduğuna karar verdim ve vapurla Eminönü’ne gitmek istedim. Ben de feribot biletimi almak için İskeleye gittim ama o iş o kadar basit değildi.

Biletlerinizi alabileceğiniz küçük makineler vardı, ancak sadece İstanbulkart‘ınız varsa alabilirsiniz. Pandemi nedeniyle tek yönlü bilet yoktu ve HES Kodu eşleşmesi de gerekiyordu. Çok şükür bana yardım eden bir kaç hemşehriye denk geldim. Yaklaşık 30 dakikamı almasına rağmen, sonunda gemiye bindim ve rahatladım. Sadece 3 saat uyuduğumu söylemişmiydim? Bütün yolculuk boyunca uyudum, bu yüzden bu konuda söylenecek başka bir şey yok. Ancak, gerçek hikaye Avrupa Yakası’nda başlıyor…

Ceket Yok Mu Gardaş?

Sonunda Avrupa’ya gelmiştim ve ilk durağım balık ekmeğiyle ünlü olan Eminönü semtiydi. Ceket aramak için en yakın çarşıya koştum. İronik bir şekilde, karşılaştığım ilk çarşı Mısır Çarşısı‘ydı. Giyim mağazası aramak için girdim, ancak bu sefer başarısız oldum. İçerideki esnaflara ceketleri nerede bulabileceğimi sorduğumda, beni çarşının yakınındaki küçük bir sokağa yönlendirdiler.

Sonunda, giyim eşyası dolu bir sokakta, sıcacık bir palto veya ceket hissi hakkında hayaller kuruyordum. Satılık ürünlere baktıktan ve hatta bazılarını denedikten sonra, hızlı bir şekilde hayal kırıklığına uğradım. Ceketler düşük kalitedeydi ve hepsinde Louis Vuitton veya Gucci amblemleri vardı. Umutsuzluk içinde, saatimi kontrol ettim ve saatinin yaklaşık 10 olduğunu gördüm, bu yüzden küçük bir restoranda oturdum, biraz çorba içtim ve kurtarıcımın açılışını bekledim: LC Waikiki. Mağazası açıldığında, saniyeler içinde mükemmel bir ceket bulabildim.

Çarşılarda yürümekten mercimek çorbası içmeye

Muhteşem Ayasofya

Fatih Sultan Mehmet’in, Konstantinopolis’i fethettiğinde gibi hissediyordum o anda. Artık sonunda tam bir turist gibi gezmeye hazırdım. Ben de aklıma gelen ilk şeyi yaptım: Geçen sene camiye dönüştürülen Ayasofya‘ya gittim. Birkaç dakika yürüdüm ve kendimi Ayasofya ile Sultanahmet Camii arasında buldum. Birden kimse Türkçe konuşmuyordu ve dünyanın her yerinden turistler gördüm. Camiye girdim ve şaşkınlık içinde kaldım. O anın duygusunu ve yapının asaletini ifade etmek zor, ama denemekten zarar gelmez:

Zamanda geriye gitmiş ve büyük bir sarayda olduğunuz izlenimine sahipsiniz. Baktığınız her yerde sanat ve tarih var. Öte yandan, aşağıyı gözetlediğinizde, üstünde kedilerin gezdiği hoş bir halı görürsünüz. Çok sayıda insan olmasına rağmen, ortalıkta yine de son derece sessiz ve rahatlatıcı bir enerji vardı. Rahatlamaktan bahsetmişken, yaklaşık 20 dakika etrafa baktıktan sonra bitkin düşerek bir köşeye oturdum ve etrafımdaki her şeyi izledim. Feribot yolculuğunda uyumak görünüşe göre yetersizdi. Gözlerim kapanmıştı ve tekrar açtığımda insanlar Cuma Namazı için toplanıyorlardı…

Cuma Ezanı

Asıl planım Ayasofya’yı hızlı bir şekilde ziyaret etmek, biraz daha gezmek ve sonra başka bir camide cuma namazını kılmaktı. O kalabalık ortamda bir saat uyumak planda yoktu ama sağlık olsun diyelim. Saat 12:00 sularında, gözlerimi açtım ve millet yavaşça namaza durmaya toplanıyordu. Camii hemen doldu, ama kendime güzel bir yer sağlamayı başardım. Müezzin ezana başladığında herkes sustu ve dinledi. Bu devasa yapının yankısı, zaten harika olan sesine muazzam bir etki katıyordu. Hakkını vermesse bile, işte Ayasofya Camii’ndeki ezanın kısa klibi:

Sonraki Durak: Galata Kulesi

O kadar çok insan vardı ki, namazdan sonra çıkmak yarım saat sürdü. Kaçmayı başarmıştım, çıkışta kestane satan bir esnaf gördüm ve denemeye karar verdim. Ne yazık ki, kestaneler pek sıcak değildi, bu da nazar boncuğumuz olsun dedim ve devam ettim. Daha sonra Galata Kulesi’nin bulunduğu ilçe Beyoğlu’na gitmek istediğim için tramvay istasyonuna doğru yürüdüm. İstanbulkart’ımı hazırladım ve bu sefer kolay bir şekilde tramvaya bindim. Yolculuğunun kendisi muhteşem Haliç manzarası eşliğindeydi. Bu gibi anlarda, insanların günlük işe gidip gelişini ve telaşını gözlemlemek enteresan oluyor. “İnsan her yerde aynı, sadece hikayeler farklı”.

Karaköy’e vardığımda ordan aşk merdiveni diyede anıldığı Kamondo Merdivenleri‘ne çıktım. İşte gelmiştim, Galata Kulesi’nin önünde duruyordum ve onlarca çift fotoğraf çekiyordu ya da başkalarının fotoğraflarını çekmelerini istiyordu. Bir rivayete göre bu kuleye çıktığınız kişiyle evlenirsin deniliyor. Yalnız gittiğim için bu efsaneyi test edemedim ve seyahatıma devam etme vakti gelmişti…

Kamondo Merdivenleri ve Galata Kulesi

Taksim Yolcusu Kalmasın

Saat 4 olmuştu ve dediğim gibi türk telefon hattım yanımda yoktu. Bu yüzden internet kullanabileceğim bir kafe aramak için İstiklal Caddesi’ne indim. Sabiha Gökçen Havalimanına dönüş için bir plan yapmam gerekiyordu. Yolda, yolculuğumun son kısmını tamamlamadan közlenmi mısır için durmadan edemedim. Sonunda ücretsiz wifi‘si olan bir alışveriş merkezi buldum ve havaalanına giden otobüsleri araştırdım. Tek sorun bir sonraki otobüsün Saat 5te Taksim’den kalkıp ve yaklaşık 2 saat sürmesiydi. İyi hatırlarsam, uçağım 19:30’daydı, yani oldukça büyük kaçırma riski vardı. Her neyse, tek seçenek buydu ve Taksim’e doğru devam ettim.

İstiklal Caddesi’nde sıcak mısır: 10/10

Havalimanına Dönüş

Taksim Meydanı’na geldim ve yaklaşık 20 liraya havalimanı’na giden otobüse bindim. Saat 17’de otobüs daha kalkmamıştı bile. Eğer uçuşuma yetişmek istiyorsam bundan sonra her şey plana göre gitmek zorundaydı. Havaalanına zamanında gelsem bile, daha çantamı bagaj emanetinden almam gerekiyordu. Ayrıca güvenlik kontrolunun çok uzun sürme veya yanlış kapıdan geçme olasılığı da vardı. Belki şanslıydım ve uçuş ertelenirdi. Bunun gibi binbir düşünceler aklımdan geçerken, kısa sürede uykuya daldım.

Uyandığımda havaalanına varmıştık ve yaptığım ilk şey saati kontrol etmekti. Sonra tamamen kaçırdığım bir faktör olduğunu fark ettim. Berbat İstanbul trafiği. Otobüs yolculuğu yarım saat fazla sürmüştü ve bu yüzden kalkışa sadece yarım saat kalmıştı. Hayatımda ilk kez bir uçağımı kaçıracakmıydım?

Son Bir Umut

Otobüsten indim ve kalkış kapısına doğru yarıştım, ama yine de sırt çantamı almam gerekiyordu. Emanete koştum ve hemen eşyalarımı aldım. Sonra kapımın nerede olduğunu öğrenmek için aceleyle kalkış ekranlarına koştum. Büyük ekranda Sivas uçağımı buldum ve kötü haberlerle karşılaştım. Ekranda uçağa binmenin sona erdiği ve uçağa başka yolcu alınmayacağını belirten işaret vardı. Uzun lafın kısası: Uçağımı kaçırdım.

Türkiye’nin en işlek havalimanlarından birinde, mağlup ve plansız bir şekilde duruyordum. Şehir beni o kadar içine çekmişti ki dönüş yolumu ayarlamayı unutmuştum. İlk başta hayal kırıklığına uğramış olabilirim fakat sonra o gün yaşadığım tüm anları ve deneyimleri yansıttım, bu da beni biraz rahatlattı.

Peki, şimdi ne yapmam gerekiyordu? Almanya’ya dönmeyi düşündüm, ancak o gün mevcut uçuş yoktu, bu yüzden bir gece daha geçirmek zorunda kalacaktım. Aynısı Sivas için de geçerliydi. Ben de o zaman aklıma gelen tek makul şeyi yaptım: O gecenin son Kayseri uçağına biletimi aldım, yaklaşık üç saat bekledim ve bu sefer uçağı kaçırmamayı başardım.

Havalimanında saatlerce bekledikten sonra biletim sonunda elimdeydi

Alınan Dersler

Bu kadar kısa sürede böyle bir macera beklemiyordum. Bununla birlikte, uyku veya internet olmadan neredeyse soğuktan ölmem birkaç şeyi fark etmemi sağladı. Bu oldukça farklı yolculukta öğrendiğim bazı dersleri sizlerle paylaşayım.

Bahsedilmesi gereken ilk ders, şanslıysanız ve kendinizi akışa bırakırsanız, spontane bir yolculuğun harika bir şekilde ortaya çıkabileceğidir. Sadece zamanında dönmek için bir planınız olduğundan emin olmalısınız. İkincisi, kalabalık bir ortamda yalnız seyahat etmek tatmin edici bir deneyim olabilir. Yeni bireylerle tanışırsınız ve grup gezisinde sahip olamayacağınız etkileşimleriniz ortaya çıkabilir. Son tavsiye, sosyal medyadaki her şeye inanmamak gerektiğidir. İstanbul seyahatimdeki hikayelerimi bakarsanız, hayatımın en güzel anlarını yaşadığımı sanarsınız. Bu doğru olsa da, az önce okuduğunuz gibi, yolculukta çeşitli engeller vardı.

Söylediğim her şeyi özetlemek gerekirse: Uçağınızı kaçırmayın. Ya da ara sıra uçağını kaçırabilirsin diyelim. Ayrıca, her zaman yanınıza bir ceket alın 🙂

1 Yorum

  • Bahar Vera
    December 8, 2021 at 11:21

    Azathe, uçtuğu var mı ruhunun ara sıra?
    Büyülü, mavi, derin ve ışıl ışıl yanan,
    Bambaşka denizlere, bambaşka semalara?
    Azathe, uçtuğu var mı ruhunun ara sıra?
    ?

    Yolda kaybolmak, yolu kaybetmekten kötüdür.

    Cevap ver

Yorum Bırak